Böyle Gelmiş Ama, Böyle Gitmez!
(*Cumhuriyet Gazetesi Yazılarından)
Ankara'da kış! Camlarda uçuşan tipi, manzarayı her an değiştiriyor. Yayınevi'ndeki odamda, Hasan Hüseyin'le hem çay içiyoruz, hem dertleşiyoruz. Yakınlığımız, sanılacağının aksine, 'münhasıran' şairliğimizden ve solculuğumuzdan gelmiyor; o Gürün'lü (Sıvas) , orası babamın dünyaya geldiği, dedemin yattığı kasaba; ailemin baba tarafını, o kadar iyi tanımış ki, nasıl yaşadıklarını bana o anlatıyor. Ayrıca, o da gazeteci: Çoğu meslektaşı gibi, alın terini ucuza satmak zorundadır; bazı Ankara gazetelerine, edebiyat sayfaları yapardı. O akşam da , iyi kötü bunlardan konuştuk; ayrılırken dediğini unutmam mümkün mü:''-....gazeteci kısmının parası olmaz, varsa, gazeteciliği oyundur!''
O kuşağın görgüsü bu, göreneği de! Cemal Nâdir Bey'in ünlü karikatürünü bulsak da, yayınlasak; kahvenin birinde, mütevâzı bir masa; başında çelimsiz, avurtları çökük gazeteci oturmuş, önünde kâğıt, elinde mürekkepli kalem; öteki elindeki simiti yerken, kafası ne kadar dağınık olmalı ki, mürekkepli kalemi mürekkep hokkasına değil, çay bardağına sokuyor. Gerçi farklı, 'tefrikası çıkmaza girmiş gazeteci' türünden, bir alt yazıyla takdim edilmişti ama, zamanın 'tefrika muharrirleri -o Vâlâ Nurettin'ler, Suat Derviş'ler, Mahmut Yesâri'ler, Ethem İzzet'ler vs.- 'gazeteci' değiller miydi? Asıl 'çıkmaza giren' de, elbette 'medâr-ı maişet' !
Parasızlığın ne anlama geldiğini, yaşadıklarıyla bildikleri kesin. Kim'Tipi Dindi'yi okumuşsa, Mahmut Yesâri Bey'in kahrını anlamıştır. Uzağa gitmeye ne hâcet: Reşat Enis -bir başka gazeteci/yazar- romanı'Gonk Vurdu'da, kalem sahibi bir 'münevver' in, gazeteci olurken hayatının, nasıl kaydığını yazmıştı: ne dramdı o!
Güldürmeyin beni!
'Rejim', basını, düpedüz 'yedeğine alarak', evcilleştirmişti:'İnönü Cumhuriyeti'nde de,'Menderes Demokrasisi'nde de, gazeteci 'cemiyetleri' yavaş yavaş, mesleğin 'haysiyetini'ya da gazetecinin 'bağımsızlığını' savunmaktan vazgeçmişler; gazetecileri önce 'araba', sonra 'ev' , daha sonra 'yazlık'sahibi kılmayı amaçlayan, 'iktidar yanlısı'örgütler olmuşlardı: O dönemin, ha sendikaları, ha meslek cemiyetleri; her iki tür de 'iktidar' ca 'yukardan'yönetiliyor ve yönlendiriliyor: Bilir misiniz ki Türk İşçi Sınıfı'na 'ücretli tatil', onun mücadelesi ve çabası sonunda değil; zamanın Çalışma Bakanı Ecevit'in lütfu olarak, 'yukardan aşağıya' verilmiştir. Gazeteciler ise, artık fiilen mer'iyetten kaldırılmış sayabileceğimiz, ünlü 212 sayılı kanunu'Soğuk Savaş'esnasında 'iktidara sadakatları'sayesinde kazanmışlardı:
Oligarşi, hassaten Bürokrasi kanadı, neresinden bakılsa, 'vaziyete hâkim'görünmekte idi; bu 'hâkimiyet'uzun sürmeyecekti; olanca yandaşlığına, verdikleri onca söze rağmen, ne Menderes'Sistem'için, gerektiği kadar 'uysal ve mülâyim' di, ne de Demirel! Bu'cumhuriyetçi'liberallerin, Türkiye'yi sanayileşmiş çağdaş bir ülke yapmak gibi,'Kemalist'bir saplantısı vardı ki; bu, Batılı'Sistem'i, çileden çıkarıyordu; -hâlâ çıkarıyor- onlara tereyağı yumuşağı biri lâzımdı, Turgut Özal gibi biri! Turgut Özal ve sonrası; Oligarşi'nin öbür kanadının (Burjuvazi), kumandayı ele alması;'düzeni', dolayısıyla hem Bürokrasi'yi, hem de Media'yı (Basın) denetlemesidir; yani nasıl?
ABD'de olduğu gibi, 'itaat'artık 'sermayeye'(Burjuvazi'ye) gösterilecektir; zaten usul usul, gazeteler de, radyolar da, TV kanalları da, bazıları gizli, bazıları açık yollardan, ya holdingler'in eline geçmişlerdir, ya da sâdık adamlarının! Bir bakıma, Serge Halimi'nin, yürek ağrıtıcı tespitlerle anlattığı, Birleşik Amerika'daki yozlaşmanın, bir benzeri yaşanıyor. Merak ettiğim şudur; Türkiye'deki bu 'yozlaşma' yı, halka kim anlatacak? Gazeteci cemiyetleri, ya da sendikaları mı?
Güldürmeyin beni!
Yanılan kim?
Artık 'itaatçı basın'ne milletvekilliği bekliyor, ne de mevki mansıp!'Değişim'in gazetecisi,'köşeyi dönmek'için, sıraya girmiştir: başarılı gazeteci,'çirkef'i teşhir eden değil; onun içinde yüzmeyi en iyi bilen gazetecidir;'Tanzimat alafrangası', ya da'Meşrutiyet mürtecisi'olması, hiç fark etmez. İşin 'raconu'karanlık ihâlelerde aracılık, rakamı bol sıfırlı transferler; ya da, en kısa zamanda en lüks otomobillere, en fiyakalı teknelere, en şahane konaklara sahip olmak! Bir ayağın Brüksel'den, öbürü Washington'dan eksilmeyecek, anadilini hafif Amerikan telâffuzuyla konuşup; oralarda odun kesenlerin, buralardaki hınk deyicisi olacaksın! Dünyayı düzeltmek, sana mı kalmış? Değil mi efendim?'Böyle gelmiş, böyle gider!'
Liberal kapitalizm (Emperyalizm) -ki gittikçe Keynes'i bile, kıpkızıl komünist görüyor- tek başına kalınca, artık yönetimleri (partileri) ele geçirmeyi önemsemez oldu; yeni'numarası', a'dan z'ye Media'yı eline geçirip, onu yalnız halka karşı değil, bürokrasi'ye karşı da'uyuşturucu'gibi kullanmak; böylece toplumu'uyurgezer'e dönüştürmek!
İyi de, bütün ömrü çalakalem mücadele ile geçmiş, Aziz Nesin -o çetin gazeteci/yazar-;'böyle gelmiş, böyle gitmez'derken, yanılıyor muydu? Ne münâsebet, yanılan bunlardır; çünkü gerçekten,'böyle gelmiştir'ama,'böyle gitmez'!
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home