Bazılarının, Kulağına Küpe!
(*Cumhuriyet Gazetesi Yazılarından)
Alın size, doğru cevabı birçok kişiyi şaşkına uğratacak, bir soru: şimdi okuyacağınız satırları, sizce kim söylemiş olabilir?
’’...bütün müddet-i saltanatım boyunca, hep bunları düşündüm. Bazı imkânlar da aradım. Fakat bu noktada en korktuğum şey, Yabancı Sermâye’nin mevcut kapitülasyonları, daha tahammül edilmez bir hale sokması ihtimali idi. Esâsen düşmanlarımızın mâlî tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı Sermâye, bu suretle, daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke hâline gelmekten korktum...’’ (Cumhuriyet, Mayıs 1956)
Besbelli, devlet sorumluluğu yüklenmiş bir zat, ama kim? Sözler, Teşkilât-ı Mahsusa ’nın ve Mim Mim Teşkilâtı ’nın en ünlü ismi, Miralay Hüsamettin Bey ’in (Ertürk) ağzından; Sâmih Nâfiz Bey ’in (Tansu) ’İki Devrin Perde Arkası’ adlı eserinden aktarıyor ama, (Hilmi Kitabevi, 1957) konuşan kişinin, ’ecnebi’den, ’ecnebi sermâye’den, ’yüreği yanık’ birisi olduğu kesin! Aslında sürpriz, o kişinin böyle konuşacağına, ihtimal verilemeyeceğin- den doğuyor; zira, Sultan Abdülhamid-i Sâni , Jöntürkler Dönemi’nin namlı ’Kızıl Sultanı’ , böyle mi konuşur?
Metni yeniden gün ışığına getiren, Cihan Akerson , o konuda bazı bilgiler vermiş, diyor ki:
’’... Abdülhamid, Selânik’de (sürgün iken) yalnızlığını, kendisini korumakla görevlendirilen Sv. Bnb. ’Debreli’ Zünnûn Bey’le paylaşmış; ona içini dökmüş, yaptıklarını, yapamadıklarını anlatmıştı. (...) Özellikle devletin, içinde bulunduğu borçlar nedeniyle, düşmanlarının mâlî baskısı altında olduklarından yakınıyor (...) Bu borçlar yüzünden, Midilli Adası’nın ve İstanbul Limanı’nın işgâl edilmekten güçbelâ kurtarıldığını anlatıyor...’’
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ’yi, ’Kızıl Sultan’ ın istibdadından kurtaran İttihatçılar ’ın, on yıl içinde ülkeyi nasıl batırdığını; ve hangi istasyonda bıraktığını, hatırlar mısınız? O da bir ibret: ’Sevres Muahedesi’!
Yusuf Akçura ne diyordu?
’ E cnebi Sermâye’ nin o dönemdeki ’küreselleşmesi’ Osmanlı Devleti ’nin başını yiyecekti; Abdülhamid-i Sâni bunu pekâlâ görmüştü de, gören yalnız o mu idi? Önce ’sıcak savaş’ın ( II. Dünya Savaşı ) sonra ’Soğuk Savaş’ın; ideolojik haritadaki mevkiini bozduğu Türkçüler de, gerçekte aynı teşhisi koymuşlardı. Müdafaa-i Hukuk Hareketi ’nde, canla başla çalışmış, Mustafa Kemal ’in ’neferi’ Yusuf Akçura , Darülfünun kürsüsünden halka konuşurken, bakar mısınız ne diyordu:
’’... Avrupa Devletleri Osmanlı Saltanatını, bazen tek tek, bazen ortak ’himâyeleri’ altına almaya kalkışmışlar; ve Osmanlı Devleti’ni, siyasi bakımdan bir yarı-sömürge, iktisadi bakımdan tam bir ’sömürge’ olarak görmüşlerdir. Bu anlayış yalnız arzu ve emellerin dile getirilmesi değil, olayların ve gerçeğin ifadesidir...’’
’’...gerçekten Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı Devleti, fiilen, birçok Avrupa devletinin, ortak bir iktisadi sömürgesi halinde idi. Dünya Savaşı’nın galipleri, bu ortak iktisadi sömürgeyi, bölünmüş birer iktisadi sömürge haline getireceklerdi ve bu şekilde Osmanlı Saltanatı parçalanacak, yok olacaktı...’’
’’... Türkiye’nin sömürge olmasını, çıkarlarına uygun bularak, kabul eden; gayrimüslim ve Türk olmayan, Osmanlılar az değildi; hatta Türkler bile yok değildi. Avrupa Devletleri’nin arzuları, yerlilerden bazılarının bu arzuya uygun hareket etmeleri; önemli bir etkenin, Türk emel ve çıkarlarının ve gerçek değerinin iyi değerlendirilip, hesaba katılmaması yüzünden, tarihin aldığı yöne uygun düşmedi. Osmanlı Saltanatı’nın dağılması ve çöküşü sıralarında, bir siyasi güç, bir siyasi varlık Türk Cumhuriyeti doğdu...’’ (Teori Dergisi; bkz, ’Çağdaş Türk Devleti ve Aydınlara Düşen Görev!’, s. 3/15, Ekim 2003).
Tanımı gereği, ’tam bağımsız’ devlet...
Y usuf Akçura ’Türkçü’ dür, Rusya ’daki hayatında edindiği ’Marksist formasyonu’, onu, ’anti/emperyalist’ bir konuma sevketmiş; Milli Mücadele ’de hem fikir düzeyinde savaşmıştır, hem de cephede. Teşhisi doğru, tesbiti de doğru; fakat asıl, tüyleri diken diken ayağa kaldıracak olan, onların arkasına ekleyeceği şu sözlerdir:
’’...fakat Avrupa Devletleri’nden bazıları, hâlâ eski anlayışlarını değiştirmek istemiyorlar; İmparatorluk zamanında, tadı damaklarında kalan sömürge rejiminin sürdürülmesi için, fırsat kolluyorlar; daha doğrusu, fırsatlara hazırlama işiyle uğraşıyorlar. Çağdaş Devlet, tanımı gereğince, dışarda ve içerde, tam bağımsız olması gerektiğinden, Türkiye Cumhuriyeti, bu beklentileri boşa çıkarmak ve bu yoldaki hazırlıkların önüne geçmekle yükümlüdür...’’ (a.g. dergi, s. 12)
Daha o yıllarda, ’o devletler’den birisi olan ABD ’nin, ’hazırlamaya çalıştığı fırsatı’; ve aynı anti/Emperyalist ruha sahip Mustafa Kemal Paşa ’nın, o ’çaba’yı nasıl boşa çıkardığını öğrenmek istemez miydiniz?
Belki bazılarının, kulağına küpe olurdu!
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home