PAROLA VATAN, İŞARETİ NAMUS

29 Eylül 2003

Kokan Balığın Başı!

(*Cumhuriyet Gazetesi Yazılarından)
Orson Welles'e, (Citizane Kane/Yurttaş Kane'e) rağmen; Hollywood'un'altın çağı'nda, kahramanı gazeteci olan, az film seyretmedik!'Rağmen'deyişim, bu gazetecilerin'Hearst Basın Tekeli'gibi'tekeller'e handiyse'kafa tutarak'sahici bir'gazetecilik'yapmalarından, ileri geliyor. Peki, nasıl olabiliyordu bu?
Bilmem konuşmuş muyduk: Birleşik Amerika'nın kültür/sanat yaşantısında, II. Dünya Savaşı , önemli bir dönemeçtir; çünkü iki savaş arasındaki ABD ile, II. Savaş sonrası ABD'nin ne tiyatrosu, ne sineması, ne edebiyatı; ne de tabii media'sı, birbirine benziyor: önceki Amerika'da holdingler saltanatı başlamış ama, Batı Avrupa'nın kültürel etkisi sürüyor; sebebi de belli: a/ O dönemin Amerikalı sanatçı ve aydınları, Batı Avrupa'da eğitim görmüşlerdi. b/ Faşizmin yükselişi, nice Batı Avrupa'lı sanatçı ve aydının, göçmen olarak ABD'ye sığınmasına yol açmıştı: orada çalışıyor, etrafı etkiliyorlar...
II. Dünya Savaşı, -hele'Soğuk Savaş'- ertesinde, ABD'nin kendisine güveni artık megalo/maniaque'lık düzeyine yükseliyor; Post/Modernizm safsatasıyla, eski kalitelerinin son derece aşağısına düşüyorlar; media , buna istisna teşkil etmiyor tabii, yani balık bermutad baştan kokuyor. Peki o'eski iyi zamanlar'da, durum neydi? Gerçek şu ki, ABD Basın Tarihi'nde, günümüzde bile örnek sayılabilecek, gazetecilik başarıları yaşanmıştı. Bu'süreç'e, ister misiniz, şöyle bir göz atalım? Hem kendi media'mızın, hem ABD'nin durumunu değerlendirmek bakımından, yararlı olabilir.
Yalnız uyarmadı demeyiniz, bu söyleşilerde, bir'hile'gizli; bakalım, hanginiz keşfedecek?
Burnunuzu her yere sokmayın!
''...size neresi gösterilirse, orasını kazın! 1990'da ABD basını,'ülkenin tarihindeki gelmiş geçmiş en büyük kamusal para yağmasını, yazmamış, teğet geçmişti'; hemen birkaç ay sonra, Körfez Savaşı sırasında, Pentagon mutfağında'pişirilmiş'yalanları, davul zurna, bütün dünyaya yaydı. Size neresi gösterilirse, orasını kazın! Yani size gösterilmeyen yeri, kazmayın! 2000'de Amerikan basını, Enron gibi rayından çıkarılmış kuruluşları, yere göğe koyamayıp, ne kadar kör olduğunu kanıtlıyordu. Üç yıl sonra, Irak istilası sırasında, gözünü açtı ve kendine geldi; o bir türlü kimsenin bulamadığı,'kitle imha silahları'tantanasını dünyaya(!) duyurdu: kısacası, kim güçlüyse, onların çevirdiği dolaplara, gülücük karanfilleri; ya da iktidarın tasarılarını rahata kavuşturmak için, palavranın her türlüsü! İşte size günümüzün (Amerikan) gazeteciliği!..''
''...eskiden böyle değildi: eski gazeteciler, bu konularda araştırma yapmayı da, yazmayı da bilirlerdi; yani çeşitli kuruluşların uydurma basın bildirilerinin, ya da polisin ve sorgu hâkimlerinin gönderdiği faksların kopyasını çıkarıp vermekten, fazlasını yapıyorlardı. O'Altın Çağ'ın adı, Birleşik Devletler'de,'murckraking'dir, yani öyle deniyor, bir ad ki,'çirkef've'tırmık'kelimelerini birleştirmiş! Dolmakalem, yüksek sosyetede burnu büyüklerin yediği haltlar yüzünden, toplumsal düzenin alt katlarına yığılmış'çirkef'i karıştırmaya yarayan'tırmık'yerini tutuyor: dolmakalem, diline'bey takımını'dolamaktaydı, onlara direnmeye çalışanları değil; böyle bir gazetecilik, Henry Times'ın yüzyıl önce şöyle tanımladığı bir ülkede karın doyuruyordu:'...para hırsının, tohumunu ektiği kaç türlü zehirli bitki varsa, bunların her çeşidinin etrafı kapladığı devasa bir diken cenneti!'Yüzyıl mı dedim, hay Allah, zaman ne çabuk geçiyor...''
'Hırsız baronlar'denilen aileler...
Tesbit / 1.''...o yıllarda Ray Stannard Baker adında bir gazeteci, trenlere'takmış'! Aslında bunlar, saatinde hareket edip, saatinde geliyorlar ama, arkalarında tröstler var: 1905 Aralık ayında, Baker, beş bölümlük bir araştırmayla, bu tröstlerin gücünü sayıp döküyor. Tren kumpanyaları, o zaman, çokluk New-York bankalarının malı; yani o'büyük', o kendilerine'hırsız baronlar'denilen ailelere; Morgan'lara, Rockefeller'lere vs ait! Zaman her şeyin, nerede bir istasyon yapılacağına, navlunun ne kadar olacağına bağlı olduğu, zaman; üretilen malın fiyatı da öyle, şehirlerin kurulup gelişmesi de, öyle!..''
''...kumpanyalar, istedikleri şirketi öne çıkarabilir; istedikleri şirketi, iflas ettirebilirler; istediler mi, tarifeleri yükseltebilmek için, ikisinin ittifakını sağlıyorlar; istediler mi, ödün ve ödenek koparmak, taşınmaz malda spekülasyon yapmak hesaplarıyla, seçilmişlerin mevkilerinde kalmasını sağlıyor, durumlarını pekiştiriyorlar. Tehlikesi filan da, yok bunun; çünkü devlet, kumpanyaların yanında, cüce gibi kalıyor, onu alıp ceplerine koymuşlar...''
''...ertesi sene, ülkede demiryolu ulaşımını düzene koyacak, bir yasa çıkarılacaktır. Başkan Teddy Roosevelt, kalın kafalı sanayici kesimine yasayı zar zor dayatırken; aslında onlar hesabına çalıştığı izlenimini uyandırarak, aslan payını kendine ayırıyor; baksanıza ne demiş;'...eğer bu yasaya karşı çıkmanın, demiryollarının kamulaştırılması konusundaki baskıları artıracağını, anlayamıyorlarsa, uzun vadeli çıkarlarını düşünemiyorlar demektir!..'Nedeni belli: çünkü o sıralar, Sosyalizm, yelken açmıştır: en azından, henüz başeğmemiş gazetecilerin araştırmalarına bakılırsa, ihtilal falan olur korkusu; egemen sınıfların, -hiç istemeyerek de olsa- o güne kadar kimseyle paylaşmadıkları iktidardan, Demokrasi'ye küçük de olsa ödünler vermesini sağlayabiliyor...''
Hepsi bu kadar mı, hayır? Ya Edwin Markkom'ın gazeteciliği?

22 Eylül 2003

Gâzi, Ne Yapardı?

(*Cumhuriyet Gazetesi Yazılarından)
Gâzi 'nin Hatay Davası sırasındaki, o heyecan verici yolculuğunu, Anadolu Ajansı, şöyle bir tebliğle kamuoyuna açıklamıştı:
''İstanbul (AA)- Cumhurreisi Atatürk 5 İkinci Kânun'da (Ocak) İstanbul'u terketmeye ve şimdilik Konya'ya gitmeye karar vermiştir. Müşarünialeyh bu gece saat 3.00'te Haydarpaşa istasyonunda hususi trenleriyle Konya'ya hareket buyurmuşlardır...''
Gâzi, bir başka trenle Başvekil İsmet Paşa 'yı Ankara 'dan ona mülâki olmaya çağırmıştı; o trende bulunan Riyaset-i Cumhur Kâtib-i Umumisi Hasan Rıza bey , diyor ki: ''...tren hareket edince, bir müddet Başvekil'e mahsus özel vagonun salonunda oturup konuştuk; sonra ayağa kalkıp, kompartımanlarımıza gitmek üzere izin istedik. Ayrılırken Başvekil kolumdan tuttu, 'Sen kal görüşelim' dedi ve beni karşısına oturttu; âşikâr bir heyecanla: '- Yarın büyük kavga olacak!' diye bağırdı, '- Niçin Paşam?' '-...Görmüyor musun, memleket Fransızlarla harbe sürükleniyor...'' (H.R.Soyak, 'Atatürk'ten Hatıralar' , Cilt 2, s. 602. YKY. 1973)
Açıkçası, Başvekil 'Sancak Uyuşmazlığı' (Fransızlar Hatay 'a 'Sancak' diyordu) yüzünden, Fransa ile savaşmak zorunda kalacağımızdan korkuyor. Oysa Mustafa Kemal, Paris 'teki 'Halk Cephesi/Front Populaire' koalisyonunun, ne kadar zor ve çaresiz durumda olduğunu çoktan saptamıştır: İspanya 'da Franco , (Faşizm 'in yükselişi); Almanya' da Hitler, İtalya 'da Mussolini iktidarı (Faşizm 'in yükselişi); Fransa 'da Muhafazakâr ve Liberal Muhalefet'in dolapları, Başbakan Leon Blum 'ü öylesine köşeye sıkıştırmıştır ki, değil savaşmak, 'Sancak' için parmağını bile oynatamaz. Bu tesbitinin arkasını, -ki doğrudur ve 1939 'daki çöküş bunu teyit etmiştir -, Hasan Rıza bey 'e göre, Gâzi şöyle getirmiştir:
''...çocuk, biz istesek bile, Fransızlar Sancak için bizimle bir harbe girerler mi hiç? Arkadaşlar bunu nasıl düşünebiliyorlar, görmüyorlar mı bugün Fransa'nın bizzat anavatanı büyük tehlikelerle sarılı haldedir. Bunu her Fransız idrâk etmiştir ve endişe içindedir. Sancak'a gelince, Fransızlardan dünyada böyle bir yerin mevcut olduğunu bilenler, yüzde biri, ikiyi geçmez...'' (a.g.e.s. 606)
Öncelik hakkı'nın 'özeti'
'Tesbit' bu olunca, Hatay için 'silâhlı' çözüm o anda 'şahsi/bireysel' bir dava olmaktan çıkmış; 'Tutsak Uluslar'ın Emperyalizm'e karşı Kurtuluş Savaşları'na destek olmak manasını kazanarak, 'evrensel' e dönüşmüştür. Hatırlayacaksınız, o vesileyle Gâzi demiştir ki:
''...bir şey daha söyleyeyim: ben bugünkü (1937) Fransız idarecilerinin, Suriye ve Lübnan'a öyle kolay kolay, İstiklâl vereceklerinden emin değilim; zaten tatbikatı, birtakım yersiz bahânelerle üç sene sonraya tâ'lik etmeleri (ertelemeleri) buna delil telâkki edilebilir. Binaenaleyh [BURAYA DİKKAT] biz hareketimizi onlara da teşmil ederek, kısa yoldan gerek Suriye ve gerekse Lübnan'ın özledikleri gerçek istiklâllerini temin edebiliriz...'' (a.g.e.s. 607)
Kısa, kesin, net ve açık! Gâzi 'ye göre, 'eski Osmanlı' kavimler, tam bağımsız ve özgür olmalıdır; bunu kendi güçleriyle emperyalist işgalciyle savaşarak başarırlarsa, iyi olur; Türkiye, bir federasyon ya da konfederasyonda, onlarla birleşmeyi düşünebilir. Yok, Emperyalist işgalci, 'eski Osmanlı' halkını bağımsızlığından ve özgürlüğünden yoksun bırakır, onu sömürge gibi kullanırsa; kendi haklarını savunan Türkiye, 'eski Osmanlı' halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı için, onların davasına katılabilir; gerekirse, silâhlı mücadeleye bile girer.
Evet Gâzi 'nin Ortadoğu 'daki eski 'Osmanlı Halkları' için benimsediği 'öncelik hakkı' nın özeti bu! O zaman soru şu mudur: eğer Gâzi sağ olsaydı, içinde yaşadığımız 'Irak çıkmazı' nda Ankara' nın tavrı ve tutacağı yol, ne olabilirdi?
Aynı yolu tutardı...
Hiç kuşkusuz, aynı yol: bir kere, Şam, Halep ve Beyrut yöresini işgal etmiş Fransa' ya karşı, o gün nasıl 'dikiliyorsa' ; bugün haksız ve geçersiz sebeblerle Musul, Bağdad ve Basra yöresini işgal etmiş ABD' ye de, öyle 'dikilirdi' . İşgâle uğramış Iraklılarla-dini, mezhebi, soyu, sopu, ne olursa olsun-; bu yeni Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşında, dayanışma içine girerdi; o halka, gücünün yettiği her alanda, gerekli yardımı yapardı.
İşgalci ABD , ezkaza, Ankara' nın da işgale katılması, onun sorumluluğuna ortak olması önerisinde bulunursa; bunu kabul etmek için baheneler arayıp, uydurma nedenler yaratacağına; öneriyi tereddütsüz reddederdi; zira bunu kabul etmek 1937 Ortadoğusu'nda aynı filmi çeviren İngiliz/Fransız (Batı'lı, Beyaz ve Hıristiyan) Emperyalizm' inin yaptığını onaylamak onunla işbirliğine girmek anlamına gelirdi, ki o zaman Cumhuriyet Hükümeti' nin, 'Damat' Ferid Paşa Kabinesi'nden; onu destekleyenlerin de, 'İngiliz Muhipler Cemiyeti' üyelerinden, hiçbir farkı kalmazdı.
Meraklısı Gâzi Mustafa Kemal Paşa' nın, 'Damat' Ferid Paşa' ya ve şakşakçısı 'İngiliz Muhipleri' ne nasıl davrandığını, hangi âkıbeti lâyık gördüğünü İnkılâp Tarihi' nden öğrenebilir, elbette, 'doğru' yazılmış olanını, bulabilirse....